15 Aralık 2011 Perşembe

At skine kelebek etkisi

"Bana ne olduğunu bilmiyorum. Kendime geldiğimde apayrı yerlerde bulabiliyorum kendimi. Yeni yeni yaşıyorum bu tarz şeyleri. Şaşırtıcı, beynin bana böyle oyunlar oynayabilmesi.
Bazen kendime geldiğimde hiç aklıma gelmeyecek şeyler yapıyor halde buluyorum kendimi. Son hatırladığımda salonda oturuyordum. Az önce ise yanımda güzeller güzeli, rüyalarımın standartlarının bile üstünde bir kadın uyuyordu yanıbaşımda. Kalkıp bu notları tutmaya başlamaya karar verdim ben de. Bir daha bunlar olduğunda belki bir yol gösterir umuduyla."

Kendi yazdığına inanması için notun altına karmaşık imzasından bir tane karaladı. Odaya bir göz attı. Gerçekten abartılacak güzellikteki kadın çırılçıplak yatıyordu içeri sabah güneşinin üç parça hüzmesi süzülen, tanımadığı geniş yatak odasında.

Kadının yüz hatları iskandinav güzelliği taşıdığının göstergesiydi, vücudu... Vücudu bu dünyadan değildi bile. Alplerden 2 mükemmel şekilli tepeydi kürek kemikleri, omuriliğinden kuyruksokumuna kadar dümdüz uzanan şekilli omurgasıysa alp tepelerinden aşağı kayan skicilerin (kayakçı manasında) eğlenmesi için konulmuş küçük tümseklerdi.

Yüzükoyun yatmış kadının pürüzsüz sırtındaki birkaç ter damlası yeni sevişmiş olduğunun kanıtlarıydı.

İnanamıyordu kendine. Hatırladığı son görüntü iffet dizisi izlerken çekirdek çitleyen çok da yakışıklı olmayan kendisiyle aynada sigarasından bi fırt çekerken göz göze gelişiydi. Ve gerisi yoktu işte. Gerisine kendini o bile inandıramıyordu.

"Lan böyle karıyı yemişim hatırlamıyorum allahım sen bana akıl fikir ver" dedi, seviştiği anları hatırlasa on sene xhamster izlemesi gerekmeyeceğini düşünerek.

Ceketini alıp parmak ucunda yürüyerek ilerliyordu bir kazanova edasıyla. Bu o değildi. O böyle güzel bir kadını hayatta bırakıp gidemezdi. Yatağına kahvaltısını getirir, tüm gününü onunla geçirmek isterdi.

Bu düşüncelerle kafasında boğuşurken kapının koluna uzanmıştı ki pala bıyıklı babasınınkinden daha kalın bir ses yükseldi arkasından.

"Bebeğim nereye gidiyorsun böyle haber vermeden?"

Az önce hayallerini süsleyen güzeller güzeli kadının birkaç dakika öncesinden hiçbir eksiği yoktu, ancak fazlası vardı. Yüzüstü yatarken görünen kalçasının ön tarafında bir kadında olmaması gereken, soğan kafalı bir çıkıntı vardı.

Ansız bir sızı hissetti mabadında. Geceden kalma. Yanar gibi bir his.

Cebinden elleri titreyerek çıkardığı paketinden bir sigara daha yaktı. Kayışı koparmasına sebep olan, arkadaşının doldurduğu sonra onun evinde unuttuğu ağır kafa yapan sigaralardan.

Yeniden o kopukluğu yaşamıştı.

Bu kez, uyanmamak üzere.

Gazeteler haberini yazdığında ölümünün üzerinden altı gün geçmişti. Organlarının satılmasının üzerinden ise yedi.

Ruhu bulutlara ulaştığında sigarasını dolduran Tatü lakaplı esrarkeş arkadaşını düşündü.

"Tatü..." dedi

"Senin ta .mına koyayım..."

4 Aralık 2011 Pazar

Maov

Odada anlamsız gözlerle dolaşıyordu. Sabahları onun için bu bir rutin sayılabilirdi aslında. Kapısı kapalı bir oda, boş bir ev. Uyku kokan, bomboş. Mutfağa girdi, tezgahta yiyebilecek birşeyler arandı. Açıkta kalmış ve dış tarafı kurumuş salama birkaç diş attı. Sonra kapısı kapalı odadan tıkırtılar geldi, önce irkilse de içeride yatanın uyandığını, birazdan kapıyı açacağını anladı.
Kapı Açıldığında dev cüsseli bir adam çıktı karşısına. 2 aydır gördüğü, iri, hafif sivilceli, yağlı, %40'ı üst dudaktan oluşan bir yüz. Ama iki aydır göre göre artık benimsemişti bu yüzü.

"Ayağımın altında dolaşma!" diye kükredi sevimsiz yüzün sahibi o mikin patilerini iri yarı adamın terliklerine geçirmeye çalışırken.

"Miyav" dedi.

Homurdanarak diğer odaya geçen iri adam, onu hiç umursamaz gibiydi sabahın erken saatlerinde. Az sonra yeşil gözleri her sabah gördüğü iğrenç manzarayla karşılaşacaktı yine. İri adamın çıplak göbeği.

İri adam pijamasını çıkardı, üstüne bir gömlek, altına da bir kot pantolon geçirdi. Montunu giydiği gibi "lan geç kalacam gene ya" diye homurdanarak kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledi.

İri adamın umursamaz tavırlarına dayanamayarak ilgisini çekmeye çalıştı tam kapıdan çıkmak üzereyken. Gözlerinin içine baktı ve "Meeeeöööv" dedi.

Amacına ulaşmıştı.

İri adam göz açıp kapayıncaya kadar onu tek eliyle kaldırmış, kucağına almış kafasını okşuyordu.
"Oy benim kıjııım" dedi iri adam o iriliğine hiç yakışmayan mal gibi bir ifadeyle. Ayı cüssesiyle çizgi film karakteri pepee gibi sesler çıkartıyordu ve o bile şaşırıyordu bunun kendisinde çok malca durduğunu düşünerek.

Ama olsundu.

İri adamın sevimli kedisi planını yapmıştı bile kapıyı kedinin üzerine kapadığında. Döndüğünde onu kapıda karşılayacak, kendini yere atacaktı ve göbeğini okşatacaktı. Bu güne kadar hiç şaşmamıştı bu planı. Bu gün de şaşmayacağından emindi.

Tekrar mutfağa doğru yollandı, Çekmecelerin saplarından tezgaha tırmandı ve kurumaya yüz tutmuş salamdan birkaç diş daha aldı.

"Maov" dedi iri adamın eve dönmesini ve planının çalışmasını sabırsızlıkla bekleyerek.

Diğer odadaki kuma doğru yollandı, yediği salamları çıkartıp biraz daha yiyebilmek için.

"Maov" dedi huzurla.

27 Kasım 2011 Pazar

Kaleci Oyuncuyum!

Doksanlı yılların sonunu gösteriyordu takvimler. İnsanlar daha insandı sanki o zamanlar. Bilemem belki de bana öyle geliyordur.

Hayalleri bile olmayan, mal gibi bir çocuktum; soğan kafalı, ter bezleri fazla çalışan, sümükleri akan, maymun iştahlı bi çocuk. Ya çocukluğumdan beridir süregelen annemin aşırı korumacılığından ya da kendi yeteneksizliğimden olsa gerek, hiç bir spor dalında mahalle arkadaşlarımla aynı seviyede olamıyordum. Buna yurdum mahallelerinde başı çeken, gayrıresmi milli sporumuz futbol da dahil.

Mahalledekilerin hiçbiri birer Messi değildi tabii, hatta aralarında Sabri'nin uzak akrabası olabilecek yeteneğe sahip olanları bile vardı. Ama ben beterin beteriydim. Mahalleler arası maçlarda, kaleye bile sokmazlardı beni. Bırakın ofsayt'ı orta hakem bile olmayan mahalle maçında ayak altında dolaşmayayım diye beni yan hakem yapıyorlardı. Ben ise kendimi çok büyük bir sorumluluk üstlenmiş sayıyor, bi o kaleye bi bu kaleye doğru yan yan koşuyordum yengeç gibi.

Sonra bir gün altın tepside fırsat sunuldu önüme. Kaleci sakatlanmıştı! Eriğe dalarken kolu kırılmıştı ve kaleye ben geçecektim. "O gün hiç olmadığım kadar emindim kendimden ve gelen hiç bir şutu içeri almadım, bir Petr Che kesilmiştim adeta" demeyi o kadar çok isterdim ki, ama olmadı. Kaleye doğru gelen her topu armut gibi aldım içeri. Kovadan da kova, kazmadan da kazmaydım. Bazı şutları çirkeflik yapıp "direküstü olum direküstü" diye saydırmadıysam da yediğim gollerin yanında saydırmadığım goller, doğuşun yanında saksısı kadar küçük kalıyordu.

Sonra bir şut geldi, oldukça sert. Sanki tsubasa'nın ayağından dönedöne gelmiş gibi ciğerimi deldi de geçti böğrüme patlayan top. Topa vuran tsubasa olur da ben aşağı kalır mıyım? Ben de Wakabayashi idim o saatten sonra. Böğrümde patlayan topa abandım tüm gücümle. Şans odur ki karşı takımın kalecisi de top taa bizim kalede diye bakmıyormuş bu tarafa doğru, yandaki seksek oynayan kızlara pislik yapıyormuş. Öyle bir abanmıştım ki topa, karşı kalenin ağları olsa delermişti. Ağ mağ yoktu tabi. Ağı gerecek bir direk bile yoktu ki ortalıkta. Bacak boyuyla aralarındaki mesafe belirlenmiş bir çift pirketten oluşuyordu kale.

Tam da her zaman bana nasip olmayan bir ego tatminini, gol atmanın haklı sevincini yaşarken bir ses geldi birkaç metre öteden. "Kaleden kaleye gol yok oluum"...

Yıkıldım.

Oyunun kuralları ben sevinç yaşamayayım diye değiştirilmişti adeta. Oysa dünya çapında bir oyunun kuralları öyle hemen nasıl değiştirilebilirdi ki. Bunun uefa'sı var fifa'sı var. Ayıp.

Ben de aşağı kalmadım ama. Golümü saydıracaktım. Ant içtim. Tam birşeyler düşünürken, değişen oyun kurallarında bir fare deliği ararken dilimden dökülüverdi sihirli sözcükler.

"Kaleci Oyuncuyum!"

İdam mahkumunu ipten alan bir avukat gibi sevinmiştim. Hakkımı korumuş, kanunun açıklarını kullanarak da olsa hak ettiğimi almıştım. Ta ki İddia makamı savunmasını sunana kadar.

"Onu başlarken diycektin lan!"

Saymadılar golümü.

Yıkıldım...

25 Kasım 2011 Cuma

Soğuğa uyanmak

Uyandı. Çapakları bahane ederek uykusunu atmaya çabaladı ovaladığı gözlerinden. Uyuyalı henüz 2 saat bile olmamıştı halbuki. Öfkeyle çalan telefona doğru uzandı. Gözünü dünyaya ilk kez açtığından beri duyduğu bi sesti telefondaki. Çoğu zaman zevk alsa da sabahın köründe hiç haz etmemişti bu sesi duymaktan. "Oğlum!" dedi telefonun diğer ucundaki melek. "Kalksana evladım hayvan mısın kaldır beni dersim var dedin mıymıy ediyosun.". Oysa haberi bile yoktu haftalardır küçük oğluşunun dersleri ektiğinden. Tek yaptığı evde sığır gibi dengilmekti tam bir haftadır.

Bu sadece ona özgü birşey de değildi aslında. Okuldaki arkadaşlarına bakarsan, ya da çevresindekilere; yaşıtlarının hepsi uyuyordu o saatlerde. Okulunu asmayan bir tek cemaatçiler vardı bildiği kadarıyla.

Ah Cemaat, Can Cemaat. Pilavlarıyla, sohbetleriyle, çalıştırdığı körpe liseli beyinlerle birer ibret deposuydular sanki. İnşallah.

Aklından geçerken bir bir bu saçma sapan fikirler, annesi hala çemkirmekle meşguldü. Yarım ağızla "Tamam anam ya uyandım kahvaltı edip çıkıcam işte." dedi kendini bile inandıramazken feleğin çemberine çomak sokmuş anneyi kandırmaya çalışan içi çocuk kalmış genç irisi. Nerden bilsindi ki çilekeş ana oğlunun geri yatacağını...

Garip bir his doğdu fakat bu kez içine. Vicdan azabı doğru yola sevkediyordu sanki kendisini. Soğuk evin koridorundan geçerek kıyafetlerini almaya, odasına gitti. Aynı kıyafetleri günlerce giyebilirdi, kokamıyordu ki kıyafetler buzdolabı gibi evde. Öyle de yaptı. Bakterilerin bile yaşayamayacağı antiseptik ısıdaki odasında değiştirdi üstünü götü titreyerek.

Salona döndüğünde soğuktan dikelmiş meme uçları ufonun etki alanına girdiğinde yanmaya başladı. Kızılötesi ısıtıcı sanki cehennem azabını yaşatıyordu yakın mesafedeki meme uçlarına. Giyindi, ısıtmaya çalıştı soğuktan şirinler mavisine dönmek üzere olan bedenini. Okuluna gidecekti uzun bir aradan sonra. İnsan yüzü görecekti, az sosyal olacaktı, evde mal mal yatmayacaktı bi günlük de olsa. Mutlu bile sayılırdı, uyumayacaktı bu kez, uyumak istemiyordu. Ta ki Sedaş'ın onun mutlu olmasını istemediğini farkedene kadar...

Evde tek ısı kaynağı olan UFO 2500 watt elektrik yiyordu, bilmemkaç fahrenheit ısı sıçıyordu. Bu da onun salonda yatma sebebi değil miydi zaten. Ancak kesilen elektrikle birlikte isyan başlatan UFO Salonu ısıtmayı reddediyordu.Evin her tarafı penguen yuvası gibiydi. Sibirya kurdu bağlasan o bile durmazdı belki, zaten soğuktan bıkmış hayvan güneye inmiş, neylesin soğuk evi.

Tam o sırada çıktığından beri kapalı duran, ısısını muhtemelen hala muhafaza etmiş olan yorganı ve yatağı ilişti gözüne. "Dur lan azcık ısınayım" dedi her geçen saniye vücut açısını 180'e biraz daha yaklaştırırken. Hala çıkıp gideceğini düşünerek kendini kandırmaya çalışıyordu, biraz ısınacaktı hepsi bu. Vücudu yorgan ve yatak ile paralel hale geldiğinde tüm düşüncelerini, güne dair umutlarını, planlarını çöpe attı. Gözlerini öğlene kadar uyuyacak bir kömüş gibi yummadan önce son cümlesi "skerm okulunu mnagorumlan" oldu homurdanan bir ayı yogiymişçesine...