Ne demiş Ernest Hemmingway, Sarhoşken yazın, ayıkken düzenleyin.
Ben bunun sadece ilk kısmını dikkate almaya karar verdim, kimse tarafından okunmayan bloguma dertlerimi dökmeye karar verdim.
Şimdi, sevgili okuyucu. Sana özet geçeyim mi ne olduğunu. Her şey eylülün 21'inde başladı. Okulun yeni dönemi başlamış, özlediğim dostlardan birini göresim var. Gidekoyuldum görüşmeye, kütüphanenin orada buluşacağız.
Yanında da bir arkadaşı var ımış. Bir arkadaş ki aylarca aklımda çıkaramayacağım. Bir arkadaşı ki aylarca dillerimden düşmeyecek.
Sene 2012. Mayaların dünyanın sonu dediği tarih 21 Aralık 2012, benim sonum 28 Aralık 2012. Neyse o kısma sonra tekrar gelicem.
Dönelim eylül ayına. Esasen eylül ayında hiçbirşey olmuş değil. Sadece Eylül ile Aralık arasında bir dönem var, bir süreç, benim can dostuma içimi döktüğüm, nasıl hoşlandığımı, nasıl beğendiğimi dillendirdiğim, kızdan numarasını aldığım, terslendiğim, örselendiğim, yeri geldiğinde ayar yediğim.
Tarih 11 kasım 2012, saat 01:00 suları. Doğum günümün gecesi. Bir mesaj geliyor, hoşlandığım hatundan. Diyor ki doğum günün geçti ama yine de kutlamak istedim falan da filan işte bu tür bi mesaj. Bi yandan sevinçliyim, kız geç de olsa bi şekilde beni umursuyo falan gibi, ama yalandan tabi. Eski sevgili mevzuları falan var arada hatunun bir türlü akıldan atamadığı.
Ben de bir yardırıyorum ki bu mevzunun gecesine, Vay ben B planı olacak adam değilim de vay elbet unutacaksın da unutana kadar hoşçakal unutunca bana mesaj atarsın falan da bilmemne. Unutamamış, neyse ona daha sonra değinicem...
Neyse benim bu bildirimden sonra (bildiri diyorum zira gayet makalevari bir ileti olmuştu kendileri, yayınlasam şimdiye yrd. doç. luk kadromu almıştım.) bi müddet birbirimizden haber almadık. Alkolün dibine vurduğum zamanlarda bile tuttum kendimi kendisi ne yapıyor ne ediyor diye sormaktan alıkoydum kendimi.
Sonra bi gün çekmiş accık kafayı, dedi vay ben seninle göreşeyim falan filan. Ben de safrayım tabi, (haaaa şimdi dese ki gel yarın görüşek, götüme vura vura koşar giderim. zira geri zekalı bi insanım. bunu bi cümleyi sile yaza 5 dakkada tamamladığım bu kafamla da söyleyebilirim ki, geri zekalıyım arkadaş ne yapayım tanrı vergisi) dedim tabi ya görüşelim daha çok görüşelim.
Tamam dedim taaaaabbbiiii beybi görüşelim.
Görüştük.
Ebeminkini gördüm...
(tu bi kontinyud in enadır drank nayt)
28 Aralık 2012 Cuma
20 Kasım 2012 Salı
Ansızın
Geldi...
Saatler Türkiye saatiyle 21:48'i gösteriyordu. Salonda Galatasaray oyuncularının Mançester'e karşı döktüğü ter damlaları ev sakinlerini gererken ben odamda sakin sakin oturuyordum. Beklemiyordum gelmesini, geldi...
Kapı çaldı, açmaya gittim, buyrun dedim, ben geldim dedi.
Tanıdık bir siması vardı epeydir görmediğim, unutmaya yüz tuttuğum hatta. Blog yazasım adlı eski dosttu bu
Buyur dedim, gel içeri, geldi...
Evet, blog yazasım geldi ama ne yazacağımı bilmiyordum.
Oturduk beraber klavyenin başına, dedim eee blog yazasım, ne yazam?
Ne bileyim olum dedi.
Dedim ilham'ı da alıp geleydin ya olum ondan güzel fikirler çıkıyo.
Yok, dedi. O küsmüş sana. Gelip gidiyormuş yakın zamana dek, dediklerini yapmıyormuşsun hiç.
Lan...
Olum, vakit mi var sınav falan filan, demeye kalmadı kesti sözümü.
La get! Beni mi kandırıcan camış gibi yatıyosun evde dedi sözünü esirgemeyen blog yazasım.
Eee dedim söyle bari yazak bişiyler, canım skıldı mna koyim.
Dedi ne hissediyosan, ne düşünüyosan yaz olum.
İyi, dedim.
Blog yazasım geldi onu yazayım bari...
Sanırım can sıkıntısından kafayı sıyırıyorum.
Sigara izmaritlerinden masama "Help Me" yazdıydım, belki biri görür diye, onu da kedi dağıtmış.
Gideyim de mençıstırı izleyeyim bakayım.
Sahi bi Veyn Runi vardı o nooldu?
Saatler Türkiye saatiyle 21:48'i gösteriyordu. Salonda Galatasaray oyuncularının Mançester'e karşı döktüğü ter damlaları ev sakinlerini gererken ben odamda sakin sakin oturuyordum. Beklemiyordum gelmesini, geldi...
Kapı çaldı, açmaya gittim, buyrun dedim, ben geldim dedi.
Tanıdık bir siması vardı epeydir görmediğim, unutmaya yüz tuttuğum hatta. Blog yazasım adlı eski dosttu bu
Buyur dedim, gel içeri, geldi...
Evet, blog yazasım geldi ama ne yazacağımı bilmiyordum.
Oturduk beraber klavyenin başına, dedim eee blog yazasım, ne yazam?
Ne bileyim olum dedi.
Dedim ilham'ı da alıp geleydin ya olum ondan güzel fikirler çıkıyo.
Yok, dedi. O küsmüş sana. Gelip gidiyormuş yakın zamana dek, dediklerini yapmıyormuşsun hiç.
Lan...
Olum, vakit mi var sınav falan filan, demeye kalmadı kesti sözümü.
La get! Beni mi kandırıcan camış gibi yatıyosun evde dedi sözünü esirgemeyen blog yazasım.
Eee dedim söyle bari yazak bişiyler, canım skıldı mna koyim.
Dedi ne hissediyosan, ne düşünüyosan yaz olum.
İyi, dedim.
Blog yazasım geldi onu yazayım bari...
Sanırım can sıkıntısından kafayı sıyırıyorum.
Sigara izmaritlerinden masama "Help Me" yazdıydım, belki biri görür diye, onu da kedi dağıtmış.
Gideyim de mençıstırı izleyeyim bakayım.
Sahi bi Veyn Runi vardı o nooldu?
16 Ekim 2012 Salı
İstiklal'de bir sap
İstiklal'de bi başına geziyorum.
Kimi zaman gözlerim kontrolümden çıkıyor,
Mini etekli ablalara kayıyor,
Hatta bazen irice liselilere...
Utanıyorum kendimden.
Hakimiyetini sağlamaya çalışıyorum
Gözlerimin
Sonunda sevgilisiyle gezen güzelce bir kıza bakarken,
Yanındaki ayı adam yakalıyor bakışlarımı,
Kaçıyor gözlerim kendiliğinden
İstiklal'de gezen bir sapım ben.
Çın çın sesler geliyor ardımdan,
Tramvaymış...
Ağır ağır ilerliyor, yükünden mütevellit.
Yandan asılan insanlar değil onun yükü,
Senelerdir şahit olduğu el ele sevgililer,
Anılar, belki ayrılıklar.
Ama benim anılarım değiller,
Sevgilimle gezmedim İstiklal'de
Benim yüküm değil treni hızlı seyrinden eden
İstiklal'de gezen bir sapım ben.
Mangonun önünden geçerken,
O biçim ablalar giriyor içeriye,
Çıkıyor içeriden.
Bense başım eğik geçiyorum sessiz ve derinden.
Çünkü neden?
Sapım ben.
Kınamayın beni ey dostlar!
Onlardı beni buna iten.
Sıradan bir sap olsam amenna,
İstiklal'de gezen bir sapım ben...
Kimi zaman gözlerim kontrolümden çıkıyor,
Mini etekli ablalara kayıyor,
Hatta bazen irice liselilere...
Utanıyorum kendimden.
Hakimiyetini sağlamaya çalışıyorum
Gözlerimin
Sonunda sevgilisiyle gezen güzelce bir kıza bakarken,
Yanındaki ayı adam yakalıyor bakışlarımı,
Kaçıyor gözlerim kendiliğinden
İstiklal'de gezen bir sapım ben.
Çın çın sesler geliyor ardımdan,
Tramvaymış...
Ağır ağır ilerliyor, yükünden mütevellit.
Yandan asılan insanlar değil onun yükü,
Senelerdir şahit olduğu el ele sevgililer,
Anılar, belki ayrılıklar.
Ama benim anılarım değiller,
Sevgilimle gezmedim İstiklal'de
Benim yüküm değil treni hızlı seyrinden eden
İstiklal'de gezen bir sapım ben.
Mangonun önünden geçerken,
O biçim ablalar giriyor içeriye,
Çıkıyor içeriden.
Bense başım eğik geçiyorum sessiz ve derinden.
Çünkü neden?
Sapım ben.
Kınamayın beni ey dostlar!
Onlardı beni buna iten.
Sıradan bir sap olsam amenna,
İstiklal'de gezen bir sapım ben...
19 Mart 2012 Pazartesi
Yiten ve giden herkese, herşeye:
Zaman kavramını yitirdim artık. Sabahlara kadar gözüme girmeyen uykumla barıştım son zamanlarda halbuki, yine de anlamsız sabahlara uyanmak mutlu bir güne başlamasına engel oluyor insanın ne yazık.
İki gün önce yağan karın yerini alan bahar güneşi mevsim algımı da aldı elimden. Üşüyen yüreğimin üstünü kaplayan vücudum da titriyor artık algılayamadığım mevsimin soğuğuna dayanamayıp.
Hüznü kovmaya çalışırken hayatımdan, yenik düştüm yine hayatın ansız tokatlarına. Mutluluğu kaybedeli çok olmadı aslında, birkaç dakika önce mutlu bile sayılabilirdim. Birkaç dakika sonra yine mutluluk çalar hissiyatımın zillerini, eminim. Zaten beni yıkan diğer bi etken de zamansız gelgitlerim.
Ayakta tutan bir aşk ümidi vardı yakın zamana kadar elimde, onu da yar etmediler bana. İlki geldi, beni ben olmaktan çıkarıp defolup gitti.
İkincisi ne oldu ne bitti, ben de bilmiyorum. Sormaya da tenezzül etmiyorum esasen. Yalnızca tek bir kelime dökülüyor bazen dudaklarımdan aklıma geldiğinde, yazık.
Allahın hakkı üçtür derler ya, külliyen yalan. Bu kez üzen ben oldum, sonunda üzmemek için. İyi niyetim kötü gösterdi beni. Bir insanları üzen vicdansız olmadığım kalmıştı, oldum. İyi niyet yüzünden.
Bunları neden mi dile getiriyorum?
Şükranlarımı sunmak için.
Çakma entellerin dillerinden düşürmediği Nietzche demiş ya
"Beni öldürmeyen herşey beni daha güçlü kılar."
Teşekkür ederim beni her gün biraz daha güçlendiren herkese ve herşeye.
Tüm gücünüzle gelin, yıkın beni.
Yer mi?
2 Mart 2012 Cuma
Paranoid Bradırs - Vol 2
Gece şehre çökmek üzereydi. Arabaya bindiklerinde saat onbiri bulmuştu bile. Şehir dışına çıkıyorlardı otopark mafyası olduğunu düşündükleri göbekli sarhoş suratsız otopark bekçisi ve onun amiri esmer bıyıklı Voldemort ile birlikte.
Küçük olan her ne kadar gamsız olsa da ölümden korkardı deli gibi. Saklamanın alemi yoktu. Abisi arabanın çalınması üzerine komplolar kuruyor olsa da onun teorileri kuytu bir yere çekilip "size bir arabanıza iki lan" diye biyerlerde faili Voldemort bir cinayete kurban edilmek üzerineydi.
Araba hareket ettiğinde artık herşey için çok geçti. Abisine baktı, o da yusufluyor mu diye, gülüştüler.
Sonra bir ses geldi ön koltuktan.
-Abicim şimdi anahtar kayboldu, olur böyle şeyler başka bir arabaya falan düşmüştür. Bak ben kalktım ta leventten geldim siz arayınca.
dedi daha önce taksimden gelmiş olduğunu iddia eden çirkinlik abidesi ayyaş.
Dayaklık kelimesini resimli bir sözlükte açıklayacak olsan düşünmeden bu adamın fotoğrafını koyabilirdin.
-Doğru diyosun şimdi akacak kan damarda durmaz.
dedi bıyıklı Voldi.
Yusuf katsayısı bir anda dörtle çarpıldı küçük olanın.
Ana caddeden sapmışlardı trafik vardır diye, ve fantastik romanlardan ufak değişiklerle fırlamış iki pis iğrenç kötü adam aralarında geyik çeviriyorlardı.
-Her arabanın içinde bi karı bi erkek var baksana.
-Eee abi bu gece cumartesi, can yakma gecesi
-Hehehe
diye dönen geyiğin sonunu hatırlamayacaktı küçük olan.
Adamlar tamamen cinsel ağırlıklı bir geyik çevirmesine rağmen gamsız geçinen küçük kurbağa, can yakma gecesi kısmından sonrasını bilemeyecekti. Beyninin her bir hücresi paranoyaya yenik düşmüştü çünkü artık.
Cumartesi can yakma gecesiydi,
canlarını yakacaklardı.
"Şimdi bizi çekse biyere silah çıkartsa ben bu öndekine doğru atlarım boğazına sarılırım ipnenin, abim de kaçar o sırada bari birimiz kurtuluruz" ilk aklına gelen teoriydi.
Ah bir karate biliyor olsaydı..
Şöyle ayyaş olanın boynunu tavuk boynu gibi bükebilseydi ne güzel olurdu. Onun boynunu kırmışken öbürküsü de şaşkınlıkla bakarken hazır hooop onun da boynunu kırıverirdi sonra cesetleri orda bırakır kangooyu şehre yakın biyere kadar sürer, parmak izlerini arabadan temizledikten sonra pasifikte ıssız bir adaya yerleşip iki kardeş hapis yatmaktan kurtulabilirdi.
Hapise düşmemeliydi.
Köseydi ve parlaktı. Mazallah bir sabun falan düşürürseydi yere...
Bu da ikinci teorisiydi.
Üçüncü teorisini tam olarak kuramamıştı. Çünkü teori bir pikaçusu olsa onu nasıl bir saldırı planıyla kullanacağına dairdi, ama bir pikaçusu yoktu, Çarmendırı da. O yüzden çok düşünmedi bu teori üzerine.
O bunları düşünene kadar, izmite varmış, anahtarları almış, istanbula dönmüşlerdi bile..
Döndüklerinde saat gece yarısını bulmuştu bile. Babalarına işi hallettiklerini haber verip, Bıyıklı Voldi ve Ayyaş Şişman Gollum ile karşılıklı kusura bakmayınlaşıp vedalaştılar.
Adamlar çok da kötü adamlar değildi esasen yav.
Eve dönerlerken abisi "İyi bari lan adamlar öldürmedi bizi eheh" dedi
"Yav ne paranoyaksın be abi niye öldürsün adamlar durduk yere bizi ehin ehin"
dedi küçük kardeş.
Saçma sapan düşüncelerini bilmemeliydi, bilmeyecekti. Ailede bir tane gamsız adam şarttı, ve bu görevi layığıyla yerine getiremediğini abisine söyleyemezdi.
Onun yerine kuyuya "midasın kulakları eşşşşek kulaa diye" bağırmaya, bloguna yazıp tüm dünyaya bildirmeye karar verdi.
Maldı küçük kardeş.
Karate de bilmiyordu, pikaçusu da yoktu.
Çarmendırı bile yoktu...
23 Şubat 2012 Perşembe
Paranoid Bradırs - Vol 1
Hastanede yatan annelerini ziyaret etmeye gitmişlerdi birkaç gündür olduğu gibi. Çok şükür ciddi bişeyi yoktu yaşlı kadının. Kafayı yemişti biraz o kadar.
Yıllardır alttan alan tavrı, içine attığı zor anlar, minimal paranoyalar sonunda patlak vermişti ve ağır bir depresyona sokmuştu kadıncağızı. Ama tedavinin son günleriydi ve artık eski haline dönmüştü ve bu içlerini rahatlatıyordu.
İki kardeşten küçük olanı İstanbulda ikamet eden abisinde kalıyordu. Kendisi de istanbulda ikamet ediyor olabilirdi aslında, ama İstanbulda bir Üniversiteyi tuttaracak kadar kafası basmıyordu garibanın ne yapsın.
Büyük kardeşin evinde kalıyordu birkaç gündür. Eve dönmek için otoparka doğru yönlenmişlerdi. Büyük olan otopark fişini cebinden çıkarmış, parayı hazırlamış otoparkçıya uzatmıştı bile. Küçük kardeş ise mal mal etrafa bakınıyordu her zamanki gibi.
Otoparkçı birkaç dakika sessizce anahtarların olduğu yere, kasanın yanına, alt çekmeceye ve küçük camekanlı prefabrikte ne kadar yer varsa bakınıyordu ama anahtarı bulamıyordu. Geleli yarım saate yakın olmasına rağmen anahtar yoktu ortalıkta. Ondan önce vardiya değiştirdiği şişman suratsız iş arkadaşına bırakmıştı kardeşlerden büyük olanı arabayı. O da anahtarı teslim almış arabayı otoparka koymuştu. Ama anahtar yoktu ortalıkta.
Genç olan, nispeten biraz daha insana benzeyen otopark görevlisi çaresiz vardiyayı devraldığı arkadaşını aradı. "Abi aradım şimdi arkadaş gelsin onda kalmış olabilir anahtar" dedi çaresiz.
Birkaç dakika sonra geldi göbekli gollum. Adam zil zurna sarhoştu. "Abi bak ta kalktım taksimden geldim siz arayınca" dedi daha önce arkadaşının baktığı yerlere tekrar tekrar bakarken. Yoktu işte orda at kafası. Ne diye bakıyosun.
Soğukta beklemekten ve gerginliğe daha fazla dayanamayan kardeşler geri, babalarının yanına çıktılar izmitte, geldikleri yerde bir yedek anahtar olup olmadığını sormak için.
Döndüklerinde bıyıklı biri daha vardı otoparkçıların yanında. Otopark görevlileri üslerine haber vermişlerdi anlaşılan.
"Abi biz kapsamlı bir şirketiz bir çaresini buluruz siz hiç dert etmeyin" dedi bıyıklı olan.
Adam esmerdi ama bir solukluk vardı yüzünde. İçinin pisliği dışına vurmuştu adeta. Bir bıyığı fazlaydı bir de burnu. Bu ikisi olmasa adam voldemortun esmeriydi adeta.
"Abi şimdi yedek anahtar varsa alalım gelelim biz halledicez bu akşamlık idare edelim" dedi bıyıklı Voldemort.
Daha iyi bir çözüm yolu olmadığından kabul etti büyük kardeş. Adam şirketten arabayı almaya giderken onlar da içerde birer tost yiyip vakit geçirmeyi planlıyorlardı.
Aslında durum basitti. Adam arabayla gelecekti, şirketin hatasını telafi etmek için alıp ta Aksaraydan İzmit'e kadar götürecekti, yedek anahtarı alıp döneceklerdi ve bu akşamlık sorun hallolacaktı. Ancak Anasının paranoyasından ve iç dünyasından izler taşıyan büyük kardeş kafasında durumu kurmuştu bile.
-Lan bunlar bizi alıcak, götürcek izmitte evin yerini öğrenicek, sonra anahtar zaten bunlarda çalıcaklar arabayı bi hafta sonra bak ben çözdüm olayı.
Paranoyasıyla dalga geçer gibi söylüyordu bunları ama hakikaten düşündükleri bunlardı.
Sıyrık mıdır nedir.
-Ehün Ehün
diye güldü küçük kardeş boru sesiyle.
Kendisinin paranoyadan uzak olduğunu düşünüyordu, ki çoğu zaman öyleydi de. Gamsızın bayrak tutanıydı yavşak. Saymakla bitmezdi gamsızlıkları. Ufak bir örnek vermek gerekirse abisinin yanlışlıkla gönderdiği parayı sonra yerine koyarım deyip de yemiş, geri gönderene kadar para bulamamış, abisinin güvenini sarsmıştır hayvan. Ama huyu işte napçaksın. Böyle de bi gamsızdı, ama gamsızlığın bastırdığı anadan gelen paranoya onu da bulmuştu haberi bile yoktu.
Aklının gizli köşelerinden fırlayan bir ses;
"Lan bunlar şindi bizi arabaya bindiricek, ıssız biyere çekecek, size de sikindirik arabınaza da lan deyip sıkıcak birer tane. Ölümüze hürmet etseler de sikmeseler bari" diyordu.
Bunları -ölüye hürmet kısmı haricinde- abisine söylediğinde ikisinin birden götü atmıştı bile çoktan.
Bu konuşmalar dönüp dolaşırken Bıyıklı Voldemort Kangoosuyla dönmüştü. Yan koltukta Göbekli Ayyaş Gollumla beraber.
Arabanın önünde duraksayıp birbirlerine baktılar. (Hakkaten nası bi andı öyle götüm attı benim orda)
Bindiler, paranoyaları ve küçük olanın ölüm korkusuyla birlikte. Yola çıkıyorlardı, hiçbirşeye müdahale edemeyecek bir yerde, Kangoonun arka koltuğunda.
18 Şubat 2012 Cumartesi
Nasılsa kimse okumuyo, yardır!
Blog yazmaya başladığında pek hevesliydi oysa ki. Güzeldi içinden geldiği gibi yazabilmek, kimse okumuyormuş gibi sövmek saymak. Arkadaşına karikatür şeklinde bir banner bile yaptırmıştı bloguna ilk başladığı zamanın hevesiyle. Ama ne yazacak birşeyler geliyordu aklına, ne eski hevesi kalmıştı. İki ay sonra yeniden klavyenin başına geçiyordu yaşadığı anı yazmak için. Hem blog hevesini yeniden ateşlemek için hem de tek başına oturmak can sıkıcı olduğu için.
Kedisi eritmeye çalıştığı göbeğinin üstünde patileriyle yer yapıyordu kendine. Ne sahibinin can sıkıntısı ne evin soğukluğu zerre sikinde değildi ki kedinin. En kötü ihtimalle mama gelmezse mutfağı patlatır ekmek, soğan, çiğ pattes ne bulursa yerdi. O kadar sevimliydi ki pezevenk onca yaptığına rağmen, ortalığı dağıtmalarına, çantaların içine sıçmasına, parçaladığı havlulara ragmen kendini sevdiriyordu.
Kendini kediye kaptırmanın etkisiyle yazıyı yok yere uzatmıştı sıkılgan ergen ruhlu yazar müsvettesi. Bi de anlatıyo da duruyo kedi de kedi ibne gibi. Yok yok var bu herifte bi ibnelik. Neyse. Düşünüyordu falan ne yazsam diye.
Sonra bikaç hafta öncesinde başından geçen olay geldi aklına. Olay iç sıkıcıydı, maceradan yoksundu ama kafasında yarattığı paranoyalar vardı ki bir de temel vardı ki ah sevilirdi muhtar kadar.
"Aa hakkat yazsam ya la ben onu" dedi. Bi hevesle başladı yazmaya. Kimse okumuyordu ama olsundu. Vakit geçiyordu en azından.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)